Kur’an’daki tevafuk mucizesini gösteren Mushaflar nasıl ortaya çıkmıştır?
Bu işin ilk başlangıcı Kur’an’daki “ayet ber kenar” denen sayfa düzeninin keşfedilmesiyle olmuştur. Şu an bütün İslam dünyasında kabul görmüş olan bu sayfa düzeni, yani her sayfanın günümüzdeki en-boy orantısı, on beş satır ve altı yüz dört sayfa olan bu günkü tertibini ilk kez uygulayan Osmanlı son dönem meşhur hattatlarından Kayışzâde Hâfız Osman Efendi’dir (ö. 1895).
Bu zat Kur’an’ın sayfa ölçüsünü yine Kur’an’dan alarak bir mushaf yazmış ve bununla Kur’an’ın gözlere hitap eden bir mucizesine kapı açmıştır. O da Kur’an’ın her sayfasının ayetle başlayıp ayetle bitmesidir.
İşte bu özelliğe ayet ber kenar özelliği denilmektedir. O güne kadar yazılan Mushaflarda böyle bir özellik yoktu. Hafız Osman Efendi’nin Kur’an’dan aldığı ölçü şu idi: Sayfa boyu ölçüsü olarak en uzun ayet olan ve tam bir sayfa süren 47. sayfadaki Müdayene ayetini esas almış; sayfa eni ölçüsü olarak da en kısa sure olan İhlas suresini esas yapmıştır. Bu ölçüyle tüm Kur’an’ı yazdığında her bir sayfanın ayetle başlayıp ayetle bittiğini görmüştür. Üstad Bediüzzaman’ın “İlhamı ilâhî olduğunu ve ayet ve sureden alındığı için Kur’an’ın kendi ölçüsü” (Bkz. 19 ve 29. Mektub) olduğunu beyan ettiği bu tertip âlem-i İslam’da büyük bir rağbete mazhar olmuş ve her tarafta Mushaflar ekseriyetle bu ölçü esas alınarak yazılır olmuştur.
Yaklaşık bin üç yüz sene evvel nâzil olan Kur’an’da, böyle bir güzelliğin bu kadar asır geçtikten sonra ortaya çıkması onun bir insanın suni çabalarının mahsulü olmadığına, bilakis Allah’ın ilhamıyla yazdırılarak Kur’an’ın Levhi Mahfuz’daki hakiki sayfa düzeninin ihsan edildiğine delildir. Çünkü hem ayetlerin nüzul sıraları farklıdır. Hem de uzunlukları farklı farklıdır. Her sayfa sonunun ayet bitişine denk gelmesi ne tesadüfle, ne de insan iradesi ile olabilecek bir durum değildir.
Bu işin ikinci safhası ise yaklaşık kırk sene sonra (1930’ların ortalarına doğru) asrın müceddidi Üstad Bediüzzaman Hz. nin Hafız Osman hattıyla yazılmış olan kendi Kur’an’ın’da Allah lafızlarının kısmen tevafuk ettiğini fark etmesi üzerine olmuştur. Bunun üzerine bütün sayfaları ve o sayfalarda geçen Allah lafızlarını inceleyen Hz. Üstad mühim bir kısmının tevafuk ettiğini, bir kısmında da tevafuk matlup olduğu halde kaymalar bulunduğunu görmüştür.
Bunun üzerine Kur’an’da Allah lafızlarının dizilişinde var olduğu anlaşılan bu tevafuk mucizesini gözlere gösterecek bir biçimde yeni bir Kur’an yazdırmaya karar verir. Talebelerinden on tanesine üçer cüz dağıtarak, Kur’an’da çok nadir müstesnalar hariç Allah lafızlarının hemen hemen tamamının tevafukta olduğu gösterecek bir Kur’an’ı yazmak için çalışmalarını ve özellikle iradelerini karıştırmamalarını emreder. Kısa bir zaman sonra, kendisini Risale-i Nur’un Kahramanı olarak isimlendirdiği ve en çok değer verdiği bir talebesi olan Ahmed Hüsrev Efendi’nin yazdığı cüzlerde tevafuk görünürken diğerleri muvaffak olamadılar.
Bu tevafukların açıkça görünmesi için kırmızı yazılmasını da emretmişti. Bediüzzaman Hz. , Hüsrev Efendi’nin muvaffakiyetini “Tevafuk Hüsrev’in tarzındadır.” (Barla Lahikası) diyerek ilan etmişti. Artık bundan sonra Hüsrev Efendi yine Üstad’ın ifadesiyle Mucizeli Kur’an’ın kâtibi olmuştu ve en kısa sürede bütün cüzleri tamamlayarak Üstadına takdim etti. Üstad Hz. Hüsrev Efendi’ye yazdığı bir mektubunda,
“Senin yazdığın mu’cizeli iki Kur’an-ı Azîmüşşan’ın bu havalide hususan Ramazan-ı Şerif’te sana kazandırdıkları sevabları ve tahsin ve tebriklerini, inşâallah yakında tab’a girmesiyle (basılmasıyla), âlem-i İslâm’dan senin ruhuna yağacak rahmet dualarını düşün, Allah’a şükreyle.” (Kastamonu Lahikası)
diyerek kendisini tebrik ediyor ve kazanacağı büyük sevaplarla müjdeliyordu.
Daha sonraki kırk yıl boyunca Hüsrev Efendi tevafuklu Kur’an’ı toplam dokuz defa yazarak en mükemmel şeklini vermiş oldu. Günümüzde Tevâfuklu Kur’an, Hüsrev Efendi’nin çabalarıyla kurulan Hayrât Vakfı bünyesindeki Hayrât Neşriyat tarafından basılarak ehl-i imanın istifadesine sunulmaktadır.